29 Nisan 2012 Pazar

das leben der anderen

Doğu Almanya'yı anlatırken / çözümlerken tüm despot rejimleri ayyuka çıkaran, Almanların sinema dünyasına kazandırdığı en önemli realist filmlerden biri daha.

Filmin girizgâhında ve sonunda ayan olan en önemli şey, ister sosyalist olsun isterse de diğer totaliter rejimler, düzeni sağlayan elitistlerin her türlü menfaati, devlet denilen heyula şeyi kullanarak halka zorla dayatmaları. Bu organizasyonların  en bâriz tarafı, lineer denklem gibi veya ona benzer bir şekilde kendi doğrusunu bir çizgi üzerinde halka baskı aracı olarak kullanma isteği. Filmdeki yazar karakteri ve ona baskı uygulayan kesim bunun en somut örneği niteliğinde.

Filmin geçtiği zamanlar Doğu Almanya'nın kendini ontolojik olarak sorguladığı dönemlere denk geliyor : Batı gibi küllerinden doğan, dünya düzenine entegre olmuş bir büyük kardeşin yanıbaşında,  retroaktif durumunu düzeltemezken, ekonomik ve özgürlük babında sosyalist sisteme zorla biat ettirilmiş insanlara daha büyük kardeşin durumunu anlatamamış olması, özgürlük denilen kavramın geçerliliğini sorgulama gerekliliğini içerirken, Doğu Almanya'nın çöküş süreci böylece başlamış oluyor.

Sosyalist sistemi muhafaza etmek için çalışan kesim bile, olayın vahametini ortaya sunuyor. İstihbaratta önemli kademede olan insanlar filmde olduğu gibi aslında rejim despotlarından rahatsız durumda. Filmde geçen bir sekansta olduğu üzre espri yapabilmek bile gizli kapaklı oluyor. Ama alt kademedeki devrim muhafızı diyebileceğimiz bir insana âmirinin yaklaşımı çok ilginç; mealen : " Korkma! baskıcı düzen de en nihayetinde bir yalandan başka bir şey değil; tek farkla, merhamet yok, onun yerine sahte sevinçler ve bağlılık var. "

Filmin teknik kısmıysa başarıdan ziyâde mükemmeli arayan yönetmenin taşları yerli yerine oturtmasıyla, iki saati aşkın bir film çabucak geçiyor. Oyunculuklar ise disiplinle özdeşleşmiş bir bölgeye nâzire yaparcasına çok iyi.

son olarak, benim aylar önce bu filmi izlememe vesile olan arkadaşa ahirette çay ısmarlamak istiyorum.

Modern köle

Şu anki çalışma hayatında olan insanların yaklaşık üçte ikisi. Kalkınma terânesiyle, olan ( bazı malların gereksinimi de sorunlu ) mal gereksiz konfor edinmek adına insanlara pazarlanıyorsa, bunun için de irrasyonel bir şekilde insanlar hayatın dışına itiliyorsa, kapitalist orospuluğu idâme attırmak adına insanlar robot gibi kullanılıyorsa, insanlar başını kaşıyacak vakit bulamazken, asosyal insanlar cümbüşü eşliğinde ağababaların karnı doyuyorsa, kölelik kimlik değiştirerek, hâlâ devam ediyor demektir.

27 Nisan 2012 Cuma

hayat

sen, sen var ya, bir pençe-i pir oldun sızımın kokuşmuş gövdesinde
ve canhıraş bir nükte, burnumun direğinde.

25 Nisan 2012 Çarşamba

ladri di biciclette

Realist filmlerin en iyilerinden, belki de mihenk noktası. ladri di biciclette , faşist İtalya'nın sefaletini göstermesi ve realist sinemanın en şâşâlı örneklerinden olması nedeniyle kült film statüsü kabilinden en başlarda yer almaktadır.

ladri di biciclette filminin en verimli örneği, basmakalıp sinema anlayışını tımar edip, yeni bir akımın başlangıcı olmasıdır. Film o zamanlara değin tenezzül edilmemiş bir şeye, realizme kucak açıp, bohçasını da vaziyet nazarıyla doldurarak, bir çocuğun hûlyâ arayışına sirayet eden mutlu olma arzusuna esatir ( efsane ) manzumesiyle değil,  gerçekçilikle cevap vermiş, haklı başarısına da popülerlikle değil, vârolanı yansıtarak kavuşmuştur.

Bu filmin bir diğer önemli özelliği, fantazm deryâsında halkını bîçare hâle getiren rejimlerin foyasını açık etmesi ve bisiklet gibi bir çocuğun mutlu olma arayışına denk bir vasıta üzerinden bir ülkenin küçük şeylerle nasıl avuntu sağlayabileceğini ihtiva etmesidir.

 not : bu tanımı sevgili arkadaşım Ali Burak'a ithaf ediyorum, ettim gitti.

23 Nisan 2012 Pazartesi

yeraltı ve zapiski iz podpolya ( yeraltından notlar )

Yeraltı filmine geçmeden önce;

Zapiski iz Podpolya

zapiski iz podpolya ( yeraltından notlar ) bizi bize anlatan Dostoyevski'nin en sevdiğim eserlerinden biri. Dostoyevski bu eserinde insanın bataklıktan nasıl çıkacağının ipuçlarını bizlerle paylaşıyor. Paylaşıyor paylaşmasına ama bizi biz yapan değerler, yazarların anlatıığı biçimde, toplumun seni nereye empoze etmek istediğinin manifestosu. Dostoyevski'nin insan psikolojisini anlatış biçimi hârikûlâde. İnsan arzuların peşinde pervasızca sürüklendiği zaman insanlığı nefsi oluyor. Nefsin yakıtı olan bitmek bilmeyen istekleri o kişiyi insan olmaktan çıkararak, nefsi mabud yapıyor, mabud olan nefsten de riyâkârlık boy veriyor. Ruhun gıdasını vermemek maddesel istekleri azdırıyor; Dostoyevski de ruhtan bî-haber olmanın insanın başına ne türlü bâdireler getirdiğini, yaşantısıyla doğru orantılı olarak, bu kitabında enfes bir şekilde anlatmakta.

Yeraltından notlar, Dostoyevski'nin de çıkmış olduğu kümeden nefret ettiği hayatının izdüşümü niteliğinde bir eser. Protagonistin ruhsal bunalımlarıyla, Dostoyevski'nin bunalımları eşdeğer aslında. Nietzsche'nin bile atıfta bulunduğu bu eser, Toplum mühendislerinin isteklerine boyun eğmeyen kitlenin, toplumsal alanı heyula şeylerle doldurması olarak kanıksanabilir veya kabûl edilebilir.

Dostoyevski'yi okumaya ilk başlanıldığı zamanlarda bilindiği üzre, oluşan duygu yoğunluğu okuyucuyu Dostoyevski bağımlısı yapıyor. Bu yoğunluk diğer bazı isimleri de oldukça etkilemiştir aslında ya da düşünürleri.  
  
 ------------------------------------------------------------------------------------------------------ 
Yeraltı

Zeki Demirkubuz, her türlü arazi şartında insanı unutmayan, bunu yaparken de sinema anlayışından ödün vermemeye çalışan ve bu devirde en iyi psikolojik silah ve san'atı beyne nakşetmek babında en önemli araçlardan biri olan sinemayı, kendine has özellikleriyle aksettirmeye uğraşan modern zaman Don kişotlarından biri. Bu serüveninde yel değirmeni vazifesi gören insanlara, Son dönem sinemasında Dostoyevski yardımıyla savaş açmış bulunuyor.

Yeraltı filmi, Engin Günaydın'ın enfes performansını şimdilik ayrı değerlendirecek olursak, Demirkubuz'un toplum tarafından ötelenen insanları kasvet yumağıyla sarmalayarak, aslında siz busunuz demeye çalıştığı bir film. Bu yüzden de filmin Dostoyevski mülhemliğinden bakış açısı şudur;

Toplum, ( yâni, modern toplumlar ya da eski batı uygarlığı )-- ( Dostoyevski zamanında farklı nüanslarla aynıydı )
 sizi daima farklı kılar ve hayatınızı öylece sürdürmenizi ister. Modernite buna içtimaileştirme-  socialisation - demekte. İşte bu sociable insanlar güruhunun içinde uydurulmuş ( agencé) ve hileyle üretilmiş ( machiné) arzudan gayrı bir şey yoktur düsturu, bazı konularda insanı oldukça yıpratmaktadır. Sorgulamadan ve büyük ölçüde arzumuz uğruna sosyalleşiyoruz. Bu bir zırvalama, bir hezeyan, bir psikoz olarak okunabilir ki, güruhla beraber ve ondan hiç de ayrı olmayacak şekilde toplumca hastalanıyoruz. içtimaileşmek, modernitenin perçinlediği bir mikroptur ve örgütlenmenin zıddıdır.

Zeki Demirkubuz'un bu filmi de, toplumun yeraltına attığı insanların şaşkınlığını Dostoyevski yardımıyla insanların gözleri önüne serme istediğinden başka bir şey değildir. Filmi beğenir ya da beğenmezsiniz, Demirkubuz'un en azından bir amacı var.

Engin Günaydın'ın performansıysa kelimelerle ifade edilemeyeceğinden, Yeraltından notlar iktibasına da Günaydın yakışırdı. 

Martin Heidegger

Irkçılık hastalığına tutulmuş iflah olmaz alman düşünür yakıştırmalarının dışında, metafizik alan ile ilgili görüşleri ve fenomenolojik referanslarıyla Husserl'ın bir adım ötesinde yaşamsal dürtüleriyle boy gösteren, Derrida gibi düşünürlerin de feyz aldığı filozof. 
  
Varlık ve zaman kitabında muktetafat (antoloji) bir kitabı neşr etmiş izlenimi verse de, Heidegger'in fikirlerini uç fikirlerle parsellemesi, Almanya'daki faşist iktidarın bazı edimlerini onaylaması ve sempatizan olması, birçok fikriyatına halel getirmesine sebep olmuştur. Sen tut kant'tan, hegel'den etkilen, nietzsche'nin bazı fikirlerine içten içe hayranlık duy, o da kendisini kesmeyecek olacak ki, bir de üstüne husserl'ın fikirlerini revize et, finalde ortaya varoluşçuluk felsefesi dışında birçok kavramdan güç alan Heidegger düşünce bütünü çıksın.

Fenomenolojik açıdan somut verileri : Nesnelerin deneysel açıdan rastlantısal olarak vücud bulduğu, bu nedenle de her şeye kesin olarak " şey denilemeyeceği ", şey'in gerçeklerle olan ilişkisinin bilinçle doğru orantılı olduğu görüşlerine, Heidegger de, insanın özgür bir varlık olduğu, bu özgürlüğün kazancı olarak insanın kendisini nasıl bir varlık olarak geliştirmek istiyorsa bunu başarabileceği, yine de başa dönecek olursak bu özgürlüğün bir yerde son bulduğu ve kaçınılmaz olarak esasında insanın özgür olmadığının altını çizmiştir.

Heidegger kadar düşünceleriyle sağ gösterip sol vuran başka bir düşünür biraz zor bulunur. 

not 1: felsefe bu kadar karmaşık bir iştir, fazla bulaşmamak gerekir. 
 


22 Nisan 2012 Pazar

Minima Moralia


Adorno'nun kafasını camdan çıkarıp, kültür ve düzen eleştirisi yapmak adına, yoldan geçen miskin muadillerine bağıra çağıra dert yanmasını anlatan, aforizmalarıyla kâğıttan uçak yapıp hocaların ve sevmediğiniz insanların büyük bir zevkle kafalarına atılabileceği, son kertede Adorno'nun sifonu çekmeyi unuttuğu izlenimini veren çapraşık eseri.

Adorno'nun frankfurt ekolü kokusunu barındıran bu eserinde bazen haklı, bazen de tamamen haksız düzen eleştirisi yapması ve bu düzen eleştirisinde kültür üzerinde bir hayli durması sınıfsal kaygıların toplumu ihata ettiğinin betimlemesi diyebiliriz. Adorno bu eserinde birçok kavram üzerinde atıp tutmuştur. Bu kitaptaki bazı sistem eleştirileri de müellifin en okunabilecek kitaplarından birisinin ortaya çıkmasına sebep olmuş.

Minima Moralia'da bulunan sözler meraklıları açısından ilginç bir tecrübe olablir.

16 Nisan 2012 Pazartesi

Taxi Driver

 vakti zamanında çızık atılmıştır;

Kült filmleri tanıyalım, olmadı bir arkadaş sohbetinde az çok yararı dokunur kuşağımızda bu hafta ele alacağımız film, Vietnam sendromunun ve itilmişlik duygusunun kişi üzerinden etkisinin dibine dibine vuran, Martin Scorsese'nin uğrunda kitaplar yazılan filmi, Taxi Driver. Taxi Driver'ın kült mertebesine ulaşmasındaki en büyük etken kişisel fikrime göre, Scorsese'nin evlatlığı sayılabilecek Robert zibidisidir. Bir insan bu role bu kadar deruni ve başarılı bir biçimde bürünebilir. Vietnam sendromunun Amerikan toplumu üzerindeki etkisini analiz eden yüzlerce film yapılmış, Çoğunluğunda Stanley Kubrick'in Full metal Jacket filmini ayrı bir şekilde değerlendirecek olursak, ajitasyon küçük emrah filmlerinden de daha gülünç bir noktadadır. O travmanın müsebbibi salt Amerikan Dış Siyaseti dangalaklığının neticesi olan derin psikolojik çöküşün, Hollywood filmlerinde Vietnam savaşına bakış açısı her zaman aynı noktada ele alınmak istenmiştir. Dün bu Vietnam savaşı ve  sonrasında Amerikan Kolonyalist anlayışını yücelten  rambo filmleriydi, bugün ise milliyetçiliğin ve Amerikan sömürgesinin, Irak'taki conilerin gûya ölüm kalım mücadelesini anlatıp, dezenformasyon  rezilliğinin daniskası olan Hurt Locker filmine oscar payesi veren Amerikan sistemidir. bkz : Power Politics

Taxi Driver Travis karakteriyle göstermiştir ki, asker psikolojisi her yerde aynıdır. Bugün ülkemizde aynı psikolojinin yansımalarını  üç aşağı beş yukarı değişik paradigmalarda görebiliyoruz. Travis, Vietnam dönüşünde artık bazı insanî duygularını kaybetmiş, Amerikan halkının hiç de umrunda değildir. O savaş sadece kirli siyasetin ve sömürgeci anlayışın mihenk taşlarından birisidir. New York, Travis'in bıraktığı yerden devam etmektedir, ama o travmanın getirdiği bakış açısıyla artık onun New York'u kendi istediği New York olmalıdır. Travis, kendini kahraman olarak görmek istediğindedir; İmtiyaz istemiyordur ama toplum tarafından değer görülmek, kâle alınmak arzusundadır. Bu düşüncenin karşıtı olarak da, siyasetçileri kendine hedef olarak seçer.  Toplumun temizleyicisi, kurtarıcı rolüne kendini fazlasıyla kaptırır. Âşık olmak ister, âşık olunmak ister ama daha ilk buluşmasında, hoşlandığı ( öyle görmek istediği ) kişiye şizofren kimliğini istemeden de olsa açık edince, yine ve yeniden ebedi yalnızlığına mahkûm olur.

Bu sefer Travis'in nevrotik kimliği can simididir, Jodie Foster'ın oynadığı karakter de temizlenme argümanı. Bunun izdüşümü çoğu Scorsese filminde olduğu gibi pasajlar hâlinde İncil'e göndermedir.Politikacı hedefi başarısız olunca, kendisinin de içinden çıktığı varoş pisliği Harvey Keitel yeni hedefidir. O travmanın kişiliği üzerinden açtığı yaranın sonucu olarak kendini bir şeyler uğrunda fedâ etmek ister. Akabinde mutsuz olacağı toplumda kendini buharlaştırmayı tercih etmiştir. Bu Hâlet-i ruhiye esasında her toplum için geçerli olabilir; bastırılmış bir duygunun, mesud olma çabalarına karşı her çabanın ardından gelen bedbahtlık, insanı dipsiz kuyulara zerk eder. Travis toplumlardaki mutsuz insan yığınlarının profilidir.

Filmde Travis karakterinin yaptığı silah mekanizmasındaki mükemmel zekâ bile, filmi izlemek için başlı başına bir sebeptir. Scorsese'nin sinema anlayışı her zaman dikkat çekici : Bu anlayış bazı filmlerinde, sokaktaki insanların hayâlleri, kırgınlıkları, hayat mücadeleleri etrafında döner durur. Scorsese bir nevi sinemanın Bukowski'sidir. Toplumun kaymak tabakasını, avam tabakasıyla muhteşem sinema diliyle karşılaştırmaktadır. Bunun en vurucuğu örneğiyse Taxi Driver'dır.

Bu sinema yapıtından o kadar çok etkilenilmiştir ki, birçok yapımda bu filmden kareler görebilirsiniz; Travis tarzındaki karakterler, yalnızlığın anatomisi, vietnam sendromu ( eskiden vietnam'dı. Şimdi ırak, afganistan, yarın belki de iran ) bu filme selam çakan hikâyelerle doludur. Bu filmi yeni izleyenler için tavsiyemiz, moda tabiriyle, algıda seçicilikle bu filmi izlemeleri yönündedir. Yoksa gülün kıymetini bülbül bilir, altının halisini sarraf seçer.

9 Nisan 2012 Pazartesi

homo economicus

Tırnaklarıyla başını kaşıyan ve aynı zamanda enaniyetiyle dağları delen ekonomik pespayeliğin ferhad'ıdır. Keynes ve Smith'in muhayyilesinin bile yakınından geçmeyecek düzende, kapitalizmin oyuncağı, Japonya'da en garip örnekleri bulunan sincaptır. Tuvalete bile mümkünâtı olsa arabayla gidecek sömürü düzeninin yılmayan hamalıdır. Özgürlüğünü birkaç ekonomik despota kaptırmış, kendinden başkası zerre umrunda olmayan, elinden hedonizm oyuncağı alınınca feveran eden arsız şopardır.
Ekonomiyle yatıp ekonomiyle kalkan, mukadderatı arz-talep dengesine sıkışmış, sürekli sistemle içli dışlı olduğundan, son tahlilde neo-liberal herzenin tutsağı olmuş günümüz insan modellerinden biridir.  
Dionysos'un emeği kitabını bir nebze de olsun haklı çıkaracak modern köledir. 

Kalbini nice senelerdir ağlatmadı bu âşk/ alsan n'olur doğrudan leylâ haberini sen

"Kalbini nice senelerdir ağlatmadı bu âşk
Alsan n'olur doğrudan leylâ haberini sen ? "

bedavaya mealci geldi hanım.

Günümüzde leylâ haberini almak çok kolay, nasıl olsa hepimiz prens ya da prensesimizi buluyor, dilimizi de , kalp denilen kuvveti de içişlerimize âlet ediyoruz. Kalbi senelerce ağlatmayan âşk, leylâ'sını görünce mi mutmain olacak ? çelişki; çelişkinin, saçmalığın daniskası. Mütereddit olan gönül, doğrudan leylâ haberini alınca mı vuslata erecek ? boş söz, boş emel, tûlî emeldir; ömrünü boş yere harcamaya benzer.  

şimdi her şey, hepimizin dilinde...

âşk, sevgi, mutluluk; muhteşem üçlü.

Kalbi o'nun sevdâsıyla çarpmayan o'nu görünce mesud olamaz. Kendi içinde yıllardır sürüncemede bırakılan âşk, leylâ ve mecnûn'u görünce mi nihayete erecek ?

âşk, taraf-ı ilahiden gelir. nefsi âşk sanan, en hafif tâbiriyle boşa kürek sallar.