16 Nisan 2012 Pazartesi

Taxi Driver

 vakti zamanında çızık atılmıştır;

Kült filmleri tanıyalım, olmadı bir arkadaş sohbetinde az çok yararı dokunur kuşağımızda bu hafta ele alacağımız film, Vietnam sendromunun ve itilmişlik duygusunun kişi üzerinden etkisinin dibine dibine vuran, Martin Scorsese'nin uğrunda kitaplar yazılan filmi, Taxi Driver. Taxi Driver'ın kült mertebesine ulaşmasındaki en büyük etken kişisel fikrime göre, Scorsese'nin evlatlığı sayılabilecek Robert zibidisidir. Bir insan bu role bu kadar deruni ve başarılı bir biçimde bürünebilir. Vietnam sendromunun Amerikan toplumu üzerindeki etkisini analiz eden yüzlerce film yapılmış, Çoğunluğunda Stanley Kubrick'in Full metal Jacket filmini ayrı bir şekilde değerlendirecek olursak, ajitasyon küçük emrah filmlerinden de daha gülünç bir noktadadır. O travmanın müsebbibi salt Amerikan Dış Siyaseti dangalaklığının neticesi olan derin psikolojik çöküşün, Hollywood filmlerinde Vietnam savaşına bakış açısı her zaman aynı noktada ele alınmak istenmiştir. Dün bu Vietnam savaşı ve  sonrasında Amerikan Kolonyalist anlayışını yücelten  rambo filmleriydi, bugün ise milliyetçiliğin ve Amerikan sömürgesinin, Irak'taki conilerin gûya ölüm kalım mücadelesini anlatıp, dezenformasyon  rezilliğinin daniskası olan Hurt Locker filmine oscar payesi veren Amerikan sistemidir. bkz : Power Politics

Taxi Driver Travis karakteriyle göstermiştir ki, asker psikolojisi her yerde aynıdır. Bugün ülkemizde aynı psikolojinin yansımalarını  üç aşağı beş yukarı değişik paradigmalarda görebiliyoruz. Travis, Vietnam dönüşünde artık bazı insanî duygularını kaybetmiş, Amerikan halkının hiç de umrunda değildir. O savaş sadece kirli siyasetin ve sömürgeci anlayışın mihenk taşlarından birisidir. New York, Travis'in bıraktığı yerden devam etmektedir, ama o travmanın getirdiği bakış açısıyla artık onun New York'u kendi istediği New York olmalıdır. Travis, kendini kahraman olarak görmek istediğindedir; İmtiyaz istemiyordur ama toplum tarafından değer görülmek, kâle alınmak arzusundadır. Bu düşüncenin karşıtı olarak da, siyasetçileri kendine hedef olarak seçer.  Toplumun temizleyicisi, kurtarıcı rolüne kendini fazlasıyla kaptırır. Âşık olmak ister, âşık olunmak ister ama daha ilk buluşmasında, hoşlandığı ( öyle görmek istediği ) kişiye şizofren kimliğini istemeden de olsa açık edince, yine ve yeniden ebedi yalnızlığına mahkûm olur.

Bu sefer Travis'in nevrotik kimliği can simididir, Jodie Foster'ın oynadığı karakter de temizlenme argümanı. Bunun izdüşümü çoğu Scorsese filminde olduğu gibi pasajlar hâlinde İncil'e göndermedir.Politikacı hedefi başarısız olunca, kendisinin de içinden çıktığı varoş pisliği Harvey Keitel yeni hedefidir. O travmanın kişiliği üzerinden açtığı yaranın sonucu olarak kendini bir şeyler uğrunda fedâ etmek ister. Akabinde mutsuz olacağı toplumda kendini buharlaştırmayı tercih etmiştir. Bu Hâlet-i ruhiye esasında her toplum için geçerli olabilir; bastırılmış bir duygunun, mesud olma çabalarına karşı her çabanın ardından gelen bedbahtlık, insanı dipsiz kuyulara zerk eder. Travis toplumlardaki mutsuz insan yığınlarının profilidir.

Filmde Travis karakterinin yaptığı silah mekanizmasındaki mükemmel zekâ bile, filmi izlemek için başlı başına bir sebeptir. Scorsese'nin sinema anlayışı her zaman dikkat çekici : Bu anlayış bazı filmlerinde, sokaktaki insanların hayâlleri, kırgınlıkları, hayat mücadeleleri etrafında döner durur. Scorsese bir nevi sinemanın Bukowski'sidir. Toplumun kaymak tabakasını, avam tabakasıyla muhteşem sinema diliyle karşılaştırmaktadır. Bunun en vurucuğu örneğiyse Taxi Driver'dır.

Bu sinema yapıtından o kadar çok etkilenilmiştir ki, birçok yapımda bu filmden kareler görebilirsiniz; Travis tarzındaki karakterler, yalnızlığın anatomisi, vietnam sendromu ( eskiden vietnam'dı. Şimdi ırak, afganistan, yarın belki de iran ) bu filme selam çakan hikâyelerle doludur. Bu filmi yeni izleyenler için tavsiyemiz, moda tabiriyle, algıda seçicilikle bu filmi izlemeleri yönündedir. Yoksa gülün kıymetini bülbül bilir, altının halisini sarraf seçer.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder