29 Mayıs 2012 Salı

ins

sana bir şey deyim mi ?
ya da boşver, kalsın
veya içimde kalmasın
 reel değilsin

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Cümle içinde

bir savurganlık kuma saplanıyor
tereddüt bahçesinde ahalinin
bellek yitiyor ve yitiyor külliyat
savrulup gidiyoruz güvendiğimiz, yaslandığımız dağlardan
seferberlik emri çıktı, erimiş saatler başkanlığından
sadâkatimize saplandı küskün bir ahtapot
öfke,  
dikenli teller batacak yarının ayaklarına
yitiyorsun amaçsız baharlardan
kuşluk vakti helyum orduları
ferahlatıcı
ama asparagas haberler yayılmış umut üzerine
zorluklar vahaya, temenniler ledün'e...

Baştan say

cisimleşmemiş bir karanfil filizlenir
körlük payitahtında
düşünce otu biter
meczupların komuta merkezlerinde
elif , lam, mim yeniden mânâ kazanır
hayat, lirik bir dramadır adeta
farisi diline vâkıf eşsiz martılara
başıboşluk zamanlarında sükûn eder
his
vehim atını sürer
sözde duyarlılık makâmına
pencere kenarında iki kara kıta bülbülü
düşer hasır seccadeye
buradan giden de işte şurada
 ' hayat devam ediyor '  der, teyit edilmiş söğüt yaprakları
hayat, öğütür zindanda kalanları


14 Mayıs 2012 Pazartesi

isar

isar anlayıp hazmedilseydi, elitist olmak için bu kadar debenilmez ve çoğu şey çok daha farklı ve iyi olurdu.

Ezber İdeolojisi


Lugat anlamıyla türk resmi ideolosi de deniyor. Eğitim sistemimiz yıllardır tek tip insan yetiştirmeyi görev addettiğinden sonraki nesiller de aynı terâneyi sayıklayıp duruyor. Güzide ülkemizin ezber ideolojisi gibi bayatlamış pastacıktan bu denli haz duyması, ezberciliğin ya da hayata ' bir şeye odaklan, eğitimini hallet, iyi bir iş sahibi ol, evlen ' - -  ' kimseye kendini ezdirmemek adına sen başkalarını ez '  - -  ' fedâkârlığın çıkar getirsin, şu derslerine iyi çalış ' --  ' konformizmin nimetlerinden yararlan,, ' bir şeyi merakın sana sağladığı çıkar doğrultusunda olsun;;; ' - -  ' kendine olmadığın payeler ver ' --  ' araştırmayla uğraşma, önüne geleni kabul et;; ' vesaire.. mottolarla bakılması olsa olsa narsist bir neslin kapısını açıyor.

ezbercilik kıskacıyla sıkıştırılan insanların kolaycılığa tutkal olması kaçınılmazdır. Eğitim sisteminin zamanında körüklemiş olduğu bu yangın toplumun değişik katmanlarında, farklı bir şekilde ayyuka çıkarken, kerameti kendinden menkul  ' biz sizin için en doğru kararı veririz, tarih bizim yazdığımız tarihtir, ilmin sınırlarını biz belirleriz, sosyal adâlet bizden sorulur ' yaklaşımı, ezberciliğe zemin hazırlıyor hazırlamasına, ama olan at gözlüğü sponsorluğunda hayata bakan bazı insanlara oluyor.


Zeitgeist


Başı sıkışanın can simidi niyetine sarıldığı ucu açık / kapalı kavram.

Zamanın ruhu mefhumunu anlayabilmek için ilk önce Hegel'in diyalektik söylemini incelemek gerekiyor. Değişimin çatışma doğurduğuna inanan Hegel, bunların arasındaki ilişkinin de bir yerde tıkandığını diyalektik söylemiyle açıkladı. Bunun gibi zamanın ruhu da, eski yöntemlerin tarihsel bir süreç olduğu, veya başka bir deyişle, şu an yaşanan olayların dengeye gelmesi gerektiği, Hiçbir nedenin çatışma doğurmaması lâzım geldiği öğretisidir. Bunun finali diyebileceğimiz nokta da, değişmeyen idealler mutlak idealizme göz kırpacaktır sanrısıdır.

bugün, bu mefhuma balıklama atlayan insanlar çatışma nazariyyesini öyle bir noktaya getirmişlerdir ki, söylemin içi hiç olmadığı kadar boşaltılmıştır. Devletçi idealar, Otorite denilen sanal aygıtı sağlamlaştırmak için dünyada emperyal saiki kuvvetlendirmiş, zaman ve buna bağlı " güç " muhayyilelerini bu ve bunun gibi uçu açık kavramlara yamama gereği hissetmişlerdir.

Hegel ayrıca , sağ ve sol diyebileceğimiz ideolojilere de referans kaynağı olarak, ilk defa birbirine taban tabana zıt ideolojilerin fikir babası olmuştur.




9 Mayıs 2012 Çarşamba

Görüntüyü kafaya takma dostum

Dün bir arkadaşımızla olan sohbetimizde; Güneş'i çok sevdiğini, güneşin de o'nu çok sevdiğini,  sonra da klasik bir biçimde karşı tarafın kendisinin ay olduğu için, ayrı saatlerin insanlarıyız diyerek, üstüne monotonluk gibi monotonluk pezevenkliği yapan bir kelimenin de sığınak olduğu bir süreçle güneş'le yollarının ayrıldığından dert yandığı bir sohbette, arkadaşımın hüznüne şahit olmaktan çayıma odaklanamadım. İçtiğim sigaralar da cabası. Ayrıca arkadaşımın hüzünle dans ettiğini görmüş olduğumdan dolayı gönül tellerim düşüncüme battı. Şimdi, belli bir noktada teselli verme çabaları  empati samimiyetsizliğine yol açabileceğinden, değerli bir insan olduğuna kefil olduğum birisine   'takma kafana' gibilerinden şeyler söylemiş olduğumu düşününce, görüntüye hapsolma diyememenin sorumluğu bana bu satırları yazdırıyor.

Görüntü; yâni zılli gerçek addetmek, insanî gerçekleri bu olayda olduğu gibi, insanın kendisini başkasının kendisine atfettiği değer kolaycılığıyla kıstlıyor. Bana gerekli değeri vermedi, öyleyse ben değersiz bir insan mıyım ? - hayır değilsin, çok değerlisin... Beni yarı yolda bıraktı, ben sıkıcı bir insan mıyım ?- hayır, aksine senle muhabbet etmek çok zevkli.  Gelecek kaygısı mı oluştu ? - öyle bi'insana değer vermen hata.  Niye böyle oluyor ? - böyle olması doğal, görüntüye hapsolmuşsun. Bana döner mi ? - Bırak lan, dönmesin. Bir kelime, bir tebessüm, bir ağlaman, o'na yazdığın bir şiir ( yapmasaydın aslında ), sallapati tarzının olmayışı ve öylesine görüşmemen ona yetmiyorsa, bırak lan ! düşünme, karşı tarafın kibrine araç olma, sevme lan ! takıntı yapma, takma.... Takıldıkça karşı taraf kendisini bir şey zannedecek. Âşk buysa, batsın lan bu âşk. Yüzüne diyemedim,  bâri bunları yazayım....

Nasıl olsa okursun.

Değerlisin...

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Nükleer Başlıklı Kız


İran ile İsrail arasındaki gerginliği sadece Nükleer krize indirgemek başlı başına safdililiktir ve bunu aklı başında herkes biliyor. Bugün dezenformasyon taarruzunda savunma güdüsü olarak, yalnızlaşıyoruz; yalnızlaşırken de komplo teorisi gerçeği yamultuyor ya da gerçek komplo teorisi diye güdük bırakılıyor : Düşünce süzgecini kalıplaşmış kavramlar ile tıkayan, loplarını çalıştırmaya üşenen, üşenirken de dezenformasyon silahının namlusu olan insanlara rastladıkça araştırmanın veya hazıra konmamanın ne kadar ulvî bir şey dair inancım pekişiyor.

Geçenlerde kulak misafiri olduğum bir muhabbete teşne olmamak için, kendimi zor tuttum ama bol keseden atıp tuttukları için attıkları yemlerden nâsibimi almış bulundum. Bir insan Batının diline bu kadar hapsolmuşsa, uluslararası dengeleri her zaman güçlü kodlarıyla açıklıyor ve benimsiyorsa ve de bu insan çevresini de etkilemek için " Onlarda Nükleer güç var, haklarından gelinmesi lâzım " hazırcılığına konuyorsa, bir şeyler birilerinin istediği gibi şekilleniyor demektir.

Nükleer güç çabaları İran ya da başka ülke farketmez, hele ki İran'ın bazı tasavvurları göz önüne alındığında oturulup, tartışılması gereken bir konu. Ama İsrail gibi, siyonizme gark olmuş, kendi çıkarları için diğer insanları hayvan olarak görebilen bir yönetimin hamiliğine soyunmak ve israil'in elindeki nükleer gücü hiçe sayıp, bunu savunma için kullanıyor mallığına ortak olmak, hiçbir şeyle açıklanamaz.

3 Mayıs 2012 Perşembe

" Bir Deli Ellerini Arar "

Mehmet Selim Özban kardeşimin, Tûtî dergisindeki güzel şiiri. Böyle yetenekli insanlar umarım arada kaynamaz. Gerçi Galat-ı meşhur olmaktansa, kaynasınlar.  Şiirdeki şimdiki dünya algısı ve birkaç es geçilecek nokta dışındaki ahenk dikkate değer.   Böyle insicamlı şiirlerin ve gayretkâr kişilerin çoğalması dileğiyle;


" İnsan odalara girdi mi paslanır 
  girdabında odaların acı vardır 
beni yalnız bırakma odalarda 
tavan aralarında unutma beni 
düşün : bir deli ellerini arar   
 bizim ellerimiz var dağlardan yüce 
bu ellerimizle bu avuçlarımızla 
bu bitmeyen karanlığımızla 
güneşe çıkalım, biraz ısınalım 
 
eğme yüzünü çiçekler ölüyor 
hatırla : bir düşü büyüttük seninle 
çocuk bir ömrü paylaştık 
sevindiğimiz küçük şeylerdi 
bir bakışı , bir duruşu seviniyorduk ve hiç üşümüyorduk 
bir gülüş yetiyordu güneşimizi ısıtmaya 
sonra dünyamız güzelleşiyordu 
ve küçülüyordu dünyamız 
biz oluyordu 
sonsuz sevmelerimiz ve çekinmelerimiz vardı 
korkularımız - ellerimizde büyüyen - 
ve büyüyordu gözlerimiz yaş oluyordu 
elimizden hiçbir şey gelmiyordu 
korkuyorduk ve kalbimiz hızla atıyordu 
sonsuz girişimlerimiz oluyordu 
ellerimiz her gün büyük bir savaştan çıkıyordu 
ellerimiz dağlar kadar yorgundu 
acıyordu çok ellerimiz 
bir lakırdı söyle şimdi 
kar çok içten yağıyor bugün 
ilişmeyelim ve seyredelim sevgilim 
bakma öyle yüreğim burkuluyor, ellerimi kasvet bürüyor 
daha dün bakışlarını değdin, insanlar gördü 
sokaklar, apartmanlar, duraklar, banklar.. hepsi gördüler 
büyük kentler gördü, ezanlar okunuyordu 
sinemada iranlı bir film oynuyordu, salonlar gördü 
'bir ayrılık' tahran'da geçiyordu, tahran gördü 
bir çocuk oturmuş ağlıyordu, parklar gördü 
çiçekçiler görmedi, çiçekler gördü  
kitaplar gördü, nedense hiç okunmamış, yarım kalmış 
bir dilenci gördü, bir köprüden geçiyorduk öğle sonrasıydı 
sen küçük bir kızdın bakışlarını değdin 
gözler gördü 
senin elbiselerin vardı güzel giy onları gel 
benim ceketim uzun, sakallarım ellerimiz 
sevmelerimiz, çekincelerimiz, korkularımız, gözlerimiz, hepsini al 
ve beni yalnız bırakma odalarda 
tavan aralarında unutma beni 
sev beni yine sevdiğin gibi. "

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Dasein

 - Gecenin bu saatinde ve bu terim aklıma geldiği için, kendime teşekkür edemiyorum. - aslında sorun edilecek konular değil ama bu konuları kendine dert edinecek bir insanla bugün hasbihal ettiğimden dolayı, Dasen'i açma gereği hissettim;


 Dasein'in anahtarı ölümdür. Heidegger'in düşünce yapısı olarak dasein fikri, sonla hemhâl olan bir çıkarımdır. İnsanlar dünya ile olan ilişkilerinde varlık olarak tetkik edildiğinde, eğer bir şeylerden habersizlerse üst nokta onlar için ulaşılması gereken bir yerdir. Bu üst nokta, âmir olma, insanlara hükmetme, kâle alınma, vb. gibi insanın doğasında bulunan kaygılardır. Heidegger, aslında Dasein'i insan olarak vasıflandırnıştır. Ama, bu terimi kullanma nedeni, çatışan bir varlık olarak insanın hedefe ulaşması nazarında tüm hezeyanlarının ve gayretlerinin günün birinde son bulacağı yaklaşımıdır. Sonu olan bir şey bilindiği üzre acziyet içermektedir. İnsan muhtaç olduğu ve şehvanî ya da makam hırsını dizginleyemediği için, belli noktalarda çatışma içine girer, bu çatışma ayan olan bir şekilde egosantrik bir eylemdir. Heidegger, işte tam da bu noktada turnayı gözünden vurur ve çaktırmadan gerçeğe selâm çakar; Ölüm varsa, bu nümayiş neden acaba ? !


Baba


Nasılsın baba ? inşaallah iyisindir. Günde bilmem kaç bin kelimemi hebâ ediyorum, mugalatada master yapıyorum, ama senin hâlini soramıyorum baba. Bilmiyorum, senle çok fazla muhabbet etme fırsatı  bulamadık. Her şeyi içine atıyordun, içinden konuşuyordun, biliyorum beni çok seviyordun, ben sanki senin için bir şey yapabilmişim gibi belli konularda bana teşekkür ediyordun; şimdi onda biraz zorlanıyorsun. Kelimelerin anlamını şaşırabilirsin, bu senin dahlinin olmadığı bir konu, konuşma yetisinden de biraz mahrum kalmış olabilirsin ama ben seni anlayabiliyorum baba, merak etme. Aslına bakarsan, sana hâlini sormaktan korktuğum doğru. Bildiğim bir şeyi sormaktan korkuyorum baba. Konuşmayı çok fazla sevmezdin, ama ben senin gözlerinle çok muhabbet ettim baba.   Pencereden seni beklediğim günlerdeki gibi bir hâlet-i ruhiyenin tutsağı oldum, daha gölgende oyun oynamak istiyorum baba. Ben senin için hiçbir şey yapamadım aslında, sadece yaptığımı zannettin. Kendime çok kızıyorum baba, gönül isterdi ki senle çok şey paylaşayım, sevincimi, derdimi seni ortak edeyim. Şimdiki şürekam hayâlim oldu baba. Baba, ben seni çok sevdim, belli ettim ya da edemedim; ama çok sevdim be baba. Damarları boşver, onlar sana her zaman kötü davrandı, ama sen benim damarımsın be baba. Dimdik ayaktasın, yorulduğun zaman bana yaslanabilirsin.

Biraz daha sabret, şimdi iyisin ama şimdikinden de çok daha iyi olacaksın ve gölgende ben olacağım baba.