3 Ocak 2012 Salı

oscar wilde, rimbaud, alper gencer



Birbirlerinden farklı gibi gözüken bu üç ismi aynı terazide tarttığımdan dolayı kendime müteşekkirim. Hümanizmin bu kadar revaçta olduğu zamanımızda kılıç darbeleriyle devrim yapıp, hop diye hevesimizi kursağımızda bırakan bu atmosferin vıcıklığında, herkesin kendiğini öldürdüğünü bilmemiz gerekiyor. İnsan kendi kendini öldüren bir varlık, öldürmeyenler de var tabii. Ama öldürmek nefsimize göre daha fiyakalı.

Şiirde popüler bir dili tutturmayı hiç sevmemişimdir. Çünkü, şair değilim. Olmadığım için, oscar wilde şiirlerindeki dadaizm kokmayan şiirleri Alper gencer'in şiirlerine tercih etmem, Rimbaud'un şiirlerine ederim, toplasan bir Ahmet haşim şiirlerini üçüne tercih ederim ama bir n. fazıl'ı dördüne değişirim, ortaya çıkan sonuç da " çengi misin nesin " pratiği olmaz umarım.

Tam da bu noktada şunu belirtmekte fayda var; hiçbir şiir diğer dillere tam mânâsıyla çevrilemez. bundan dolayı benim rimbaud ya da wilde'ı eleştirmem ancak beni bağlar ve hiçbir değer taşımaz. keyfiyyet benim , kemmiyet Alper gencer'in, gencer'in olsun efendim..

 Onur ünlü'nün kopyası alper gencer şiirlerini eleştirmeye geçebilirim. Slogan atmak, 21. yy'ın en büyük istidraclarından biri. Slogan atarak ve de popülarizme yamanarak, esas unsuru teşkil eden hakikatı çoğu zaman ıskalayan bir hüviyetteyiz. Bunun getirisi olarak da sorunlara mütercim olmak yerine, sorunu kaşımak bazılarımızı daha çok besliyor. Sorunları aşmanın yolunun, sorunu çözmeye yönelik olacağını herhâlde hepimiz bilincindeyiz. Eğer insan veya toplum sorunları işaret etmeyi, çözmeye tercih ediyorsa, bu edimden her şey nasibini alır. Şiir de bunlardan biri.

Alper gencer de, sloganı, nesirvâri bir sosla tatlandırarak, belki de bazılarımızın gözünü boyuyor. Bu göz boyama uzun zamandır bazı şeyleri rayından çıkarmış durumda.

Çoğu şeyi eleştirmeyi bir gereksinim olarak görüyoruz ama iş popülerliğe ve "al gülüm ver gülüm" raddesine geldi mi, nedense çoğumuzdan çıt çıkmıyor. şimdi ben " devrim yapacağım sevgilim, ah dolanır/ vah dolanır." desem, çoğumuz kalk git şiire bulaşma der, bunun için de fazla bulaşmıyorum. ( ara ara bulaşıyorum). işte bu sallapati tarz san'at değildir ve batmaya mahkûmdur. ha, biz o günleri görür müyüz, işte onu bilemeyeceğim.

Abdûlhâkim Arvâsi


Hazretin dediği gibi hazır olsak sorulmayız, gaip olsak aranmayız. Hazreti benim gibi cücelerin anlatması imkânsız. Onun için, payıma düşen aczla bu büyük Âlimin benim için ne ifâde ettiğini anlatmaya çalışacağım diyeceğim ama nereye anlatıyorum ?!

18 yaşında bir kitapla tanıdığım Arvasi hazretlerini muhakkar sıfatımla tekrar anlatmaya çalışmanın yanlış olduğunu düşünerek, bâri bereketlenelim. Son asrın koruyucusunu tanırsak, belki felâha erenlerden oluruz.


1 Ocak 2012 Pazar

türkiye'deki maarif düzeni

Türkiye'deki maarif düzeni tek tip insan yetiştirmeye odaklı, genellemeler ile hayatını idâme ettiren sıradışı bir taksi sürücüsüdür. Şekil 1- a 'dan anlaşılacağı üzre ben de genelleme kurbanlarından biriyim. Bakın, nasıl da genelledim. Tarihini devrim ile baraber hiÇe sayan, endoktrinasyon omurgasında "ben" olan bir maariften, araştırmaya üşenen bir nesil peyda olmuştur. ( genelleme dedim ya) Bundan dolayı, hayatında birkaç felsefe kitabı okumakla felsefeci olan, Batılı düşünürlerin ve eğitimcilerinin sistematiğiyle insanların bazılarını kalıba sokmaya çalışan bir anlayıştan ve dine karşı mesafeli ve bağnaz olan bir sistem karşısında, yıllar yılı tornadan çıkan ve apolitize olan insanlar istenmiş ya da ben öyle sanıyorum. İşte genelleme n'apcan ?

bunun ilacı, hiçbir şey için geç olmadığının farkına varabilmektir. nokta.

 Üsküdür da güzel he. Kaçış planımı üsküdar üzerine yapıyorum. bu kaçış planı, benim kendimle olan hesaplaşmam. ( Bu paragraf bana özeldir. )


akıl

Herkeste müsavi miktarda bulunmayan miyar. Bu sebeple ya tahammül ya sefer, bre istikbâl makyajında yeri olmaması gerekir. ( tamam tamam bir şey yok, ilgi çekmek için yazdım burasını) İki çeşit akıl vardır; akl-ı selim ve akl-ı sakim. akl-ı selim sahipleri hiç yanılmayan akla sahip kişilerdir ki, bunlar peygamberlerdir. HA, zelle denilirse, orası başka bir konu ve bu yazdıklarımızla alâkası yok. Sakim akıl sahibi kişiler ise, işlerinde hata eden ve mukallid olmak zorunda olan kişilerdir.

 İşte tam da bu noktada, hepinizin nefsini öteliyor, yeni yılda ötelenen nefisle kendinizi ve kendimi boy aynasında görmememizi yürekten diliyor, bu kadar uzun cümle kurduğum için sizden özür dilemiyorum. Hepimiz öleceğiz, onun için hoplasak da, zıplasak da ufacık bir mezar bizi bekliyor. Nefsi itminâna kavuşmamış herkesin öğrenmesi, öğrendiğini tatbik etmesi gerekir. peki neyi tatbik edeceğiz ? ilk önce kibrimizi asimile edip, sonra ben buralardan giderken, bana içinden saydıran varsa, ki vardır, onlarla beraber en büyük cihadın nefisle olduğunu bilip, onla mücadeleyi hayatımızda tatbik etmemiz lâzım. Sana ne diyenlere hak veriyorum, hakikaten bana ne ? banane diye bir şey yok. birşey de çok eskilerde kaldı. Salt bu hatırlatma dolayısıyla TDK'dan para aldım.

Uzun bir geyikten sonra, akıl ile zekâ arasında mecnun ile leylâ arasındaki fark kadar uçurum olduğunu belirtmek istiyorum. Ne demiş ünlü düşünür susanne büşra feykgirl " zekâ, tecrübeler arasındaki bağlantıyı ölçerek, bunu pratiğe dökmektir. " buradan da anlaşılacağı üzre her zekâ sahibi akıllı değildir. Bunu en güzel yerden okumak için, mektubat-ı rabbani şiddetle tavsiye edilir.

 Akıl; iyi ile kötüyü birbirinden ayırmaya yarayan bir kuvvettir. Zeka ise, bağlantıları hızlandıran metrobüs. Onun için, her zeki insana mal değilsin demek, abesle iştigaldir.

şerif mardin


sosyoloji buudunun pek çok yanlışı olan türkiye'de, tespitleriyle birçok mefhumu literatüre kazandırmış, ne yazık ki yurdum insanı tarafından fazlaca kaile alınmış sosyolog. Bilgi birkimine hiç kimsenin itiraz edecek yanı olmamasıyla beraber, kitaplarındaki oryantalist hava ve konuşmalarındaki ağdalı üslup, ülke sorunlarını havas denilen Türkiye'de olmayan sınıfın nasıl anladığının göstergesi.

 Mahalle baskısı çıkışıyla, ülkedeki muarız sınıfında yer alan kitlenin düşüncelerine tercüman olduğu sanılan konuşmasını incelediğimizde, kendisinin hamasi muhtevayla bu diskuru dillendirmemiş olduğu düşünülse bile, bu nosyonun bir yanı da her muktedir olan, iktidarı elinde bulunduran kesimin diğer bir kesimi tahakküm altında bulundurmuş olduğu savı. Bu sav, sosyolojinin Comte'den itibaren birkaç değişik ses dışında temel dayanıklarından biri. Bu yüzden de sosyolojinin dünyâdaki yeni trendi, istatiksel olarak sistemi revize etmek.  

Dünyâdaki sorunların çözümü siyasetle ilişkilendirildiğinde, toplumsal olarak bir kaynaktan çıkma çözüm arayışları, diğer toplumlara göre tenevvü ( Çeşitlilik ) ihtiva ettiğinden, Fuko'yla beraber Fransa'dan zuhur eden yeni bir tarz, soru sormayı çözümden daha baskın bir hâle getirdi. Bu yüzdendir ki, oluşan elit kesim halk tabanlı sorunları çözmek yerine, o soruna işaret etmeyi, çözüm arayışına yeğlemiştir. Bu da ister istemez, Bergson'un sosyal meseleler hakkındaki sınıfsal bazlı ayrışmanın kaynağına değinen manifestosunu akıllara getiriyor. 

Dewey'le beraber eğitim anlayışa nüfuz eden sair doktrinler, daha sonraki yıllarda ülkedeki aydın sınıfını sistemin dışına ittiğinden, bugün kavga etmek, sorunları çözme gayretinden daha önemli bir konuma gelmiş bulunuyor. Burada sosyologların veya aydın denilen zatların duruşu da şüphesiz çok önemli. Mahalle baskısı kavramı da bir soruna işaret etmiş olsa da, günümüz kavram karmaşası Şerif Mardin'in sonradan yaptığı açıklamlar dikkate alındığında, her şeyi özetliyor; soru soruyorum, toplumu, yâni kemalist düşünceyle ve batı tandanslı ideolojilerle beyni yıkanmış kesimin gazını alıyorum, rahatlıyorum.

Gaz alma vetiresi, tüm hızıyla devam ediyor.
  
Şerif Mardin konusu oldukça çetrefilli bir konu olduğundan, diğer yazılarda da tekrar Mardin konusuna değinmekte yeğ var.

Ken Loach ve Troçkist Sinema Ritüeli




faydacı, çıkarcı ve meş'um olarak " SOSYALİST BABALAR " tarafından etiketlenen Troçkizm, kimilerine göre her kötülüğün anası, adamsendeciliğin babası, proleterya'nın ezeli düşmanı. Bana kalırsa türrehat olarak şerh etmek lâzım yazılan ve çizilenleri. Zaten william james de okunmadan yanlış yaftalar yapıştırılan bir düşünür, machiavelli'ye yakıştırılanlar doğru ama. lev troçki'ye gelince, kendine göre içinde yer aldığı, mücadelesini verdiği marksizm hakkında düşüncelerini harmanlamış ve intaç olarak bir düşünce sistemi çıkmış ortaya. Bu düşünce sistemini benimseyenler de nedense komünist akbabalara karşı daha mutedil bir yol izlemiş. Bunun kaçınılmaz finali hemen insanlara ve düşüncelerine taarruz.

Troçkist anlayışı benimseyenlerden biri de filmlerine yandığım ama su bulamadığımın yönetmeni ken loach. İngeltere'deki proleterlerin, sıkıntılarını, zapturapt altına alınma girişimlerini, kısaca işçi sınıfını 4 Zeki Demirkubuz, 2 Semih Kaplanoğlu, 1 Reha Erdem gücünde sinemaya aktarabilmiştir ken loach. 
ae fond kiss, sweet sixteen, bread and roses ve my names joe filmlerini izleyin bakalım, kim haklıymış, işçi sınıfı mı, toplumun ötanazisini arzu eden sistem mi ?

Kılı kırk yararak işçi sınıfını filmlerinde işleyen ken loach'un vurucu bir tarzı yok, fakat, işi sulandırmadan derdini anlatabilen bir yönetmen ken loach. Tümevarıma itidal sahibi olarak varıyor. 
   
Sinema çöplüğünde kendisini daha keşfedememiş sinema severler varsa ellerini çabuk tutsunlar. 
Ken Loach da bizden biri.



neo platonizm


Bu felsefi öğretinin vahdet-i vucud'a şirinlik muskası mahiyetinde nâzire yaptığı zannı, bir bakıma istidrac olarak ele alınmalı. Sekr hâli, ruhi değerleri aklın üstünde tutmak;  plotinos tarafından eflâtun'un determine ettiği felsefenin üzerine neo platonizm ismi altında yeni bir soluk getirdi. Tabii ki şu konuyu atlamamak gerekiyor; vehdet-i vucud veya genel olarak batılı düşünürlerin deyimiyle ezoterizm olgusu arasında kesinlikle bir uçurum bulunmakta. Spinoza'nın ethica kitabında, doğayı tek bir yaratıcı olarak görme anlayışı, pantezim fikri ile birlikte afişe oldu. Tarihçilerin ve felsefeyi biraz olsun tetkik etme fırsatı yakalayanların hâli hazırda yakalayacağı üzre, spinoza'nın islâmi kaynaklı eserlerden çok fazla etkilendiği anlaşılıyor.
Sathî tartışmalar ise işin özünden kopmamızı vucuda getiriyor. Neo platonizm'in teslis inancına katkı sağladığı fikri bence müteşabih kalıyor. hele ki, tasavvufa... 
neo platonizm pozitivst ritüellerin ağına düşmüş felsefecilerin dönüp bakmadığı bir felsefi akım. kurcalayınca da herkesin elinde kalan bir akım zaten.