İktidar olma hevesi, batı uygarlığının doğa ile ilgili tasavvurunun Descartes mantığıyla ve pozitivist itelemesiyle yaşamsal oyuncaklarından biri. Bu nedenle, insan hırsının kendi düşüncesine ve mühendisliğine boyun eğdirme güdüsünü öteleyecek ilaç bulmak şimdiki nizamda oldukça zor. İnsanın deneysel uygarlığı bir düşünürün dediği gibi, eğer güç elindeyse toplumun refahı için ahlâkı bile hiçe sayan bir sistem. Bu ihatayla gücü elinde bulunduran kesimin, o noktaya gelirken çektikleri riyazet son kertede istidraça tekabül ediyor.
Türkiye'de batının istediği statükocu refleks, MİT olayında görüldüğü üzre, tam da bu noktada statükonun ve dayatmacı sistemin rol kapma arayışıyla aynı düzlemde ele alınmalı.
Yıllarca sistem tarafından hiç mertebesine iliştirmek istenen, statüko tarafından ruhsal ve bedensel şiddete mâruz kalmış insanların, teati yerine, güç için önüne gelen herkesi potansiyel muhalefet olarak görmesi, tarihle beraber bilinçaltımızda bir bunalım olarak tezahür ediyor.
Hiçbir güç odağı elinde bulunan gücü esasında paylaşmak istemez ya da o gücü paylaşıyor gibi görünerek , yanında durduğu varsayılan cemaati veya kişileri faydalı bir imge olarak sırtını sıvazlar, iş menfaati paylaşma noktasına gelince de samimiyetin yerini ara yol olarak, kavga alır.
Samimiyet projektörü olmak tabii ki kimsenin harcı değil; ama kavga noktasına gelmeden yapılacak daha çok şey var. Bunlardan ilki sosyal adelet ve statükocu refleksleri etkisiz hâle getirmek, bu yapılmazsa o bitmeyen statüko gereksiz kavgalardan rant sağlar ve olan yine samimi insanlara ve toplumun bir kesimine olur.
Çok uzatmadan, bu konu hakkında sayfalarca yazı yazılabileceğini belirterek, hani dünyâdan bir şey götüremiyorsun ya, bence güç arayışından önce adaleti götürebilirsin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder